Tuesday 31 August 2021

2021'in ortasında imam hatip okullarının giderleri ‎6,6 ‏milyar lirayı buluyor!


Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığı, 2021'in ilk yarısında İmam Hatip okullarına 6,6 milyar lira harcadı.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) 2021 yılının ilk altı aylık harcamalarını ve ikinci altı aylık tahminlerini içeren Mali Durum ve Görünüm raporu, Milli Eğitim Bakanlığı'nın İmam Hatip'e 2021 yılının ilk yarısında okullar, Dini Eğitim Okulları Harcamaları kapsamında 6,6 milyar lira harcadığını gösteriyor.

Raporda ayrıca bakanlığın 2021 yılının ilk yarısında 146,9 milyar liralık bütçesinin 51,5 milyar lirasını personel giderlerine harcadığı belirtildi.

Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan, mezun taraftarları için bu tür okulları tercih ediyor.

Rapora göre, Milli Eğitim Bakanlığı, yılın ilk yarısında 146,9 milyar liralık başlangıç ​​ödeneğinin 67,9 milyar lirasını tüketti.

Bakanlığın altı ayda yaptığı 67,9 milyar TL'lik harcamanın 51,5 milyar TL'si personel gideri olarak gerçekleşti. Personel giderlerinin toplam giderlere oranı %75 olmuştur.

Eğitim uzmanı Ali Taştan, 2012 yılı itibarıyla Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçeden aslan payını Din Eğitimi Genel Müdürlüğü'ne ayırdığını belirtti.

Bakanlığa adaletsizlik ve ayrımcılığa son verilmesi çağrısında bulunan Taştan, özellikle dini okullardaki öğrenci sayısı normal okullardan çok daha az olduğu için, öğrenci sayısına göre tüm okullara bütçeden pay ayrılmalı.

Türk yetkililer, ‏Kürtçe şarkı söyleyerek dans eden HDP genel başkanını hapse attı


Bugün Pazartesi günü, Türk makamları Kürtçe şarkı söyleyip dans ettikten sonra Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Leyla Govan ve diğer 8 vatandaşa disiplin cezası verdi.

  Türk internet sitesi Duvar, yetkililerin Jovan'ı ve beraberindekileri disiplin cezası olarak kadınlar için Elazığ Cezaevi'ne sınır dışı ettiğini ve bir ay boyunca aile ziyaretlerini yasakladığını söyledi.

  Elazığ ıslahevi tarafından 15 Ağustos'ta yürütülen soruşturmada, sanığın anlaşılmaz bir şarkının ezgi ve sözleriyle dans ettiği belirtildi.

Monday 30 August 2021

İTO Başkanı Şekib Avdagiç: ‏Yatırımcıların finansman maliyetlerinin bir kısmı kamu kaynakları tarafından karşılanabilir


İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, yayımladığı yazılı açıklamada yatırımcıların finansman maliyetlerinin bir kısmının “kamu kaynakları tarafından karşılanmasının” yüksek faizin etkisini ortadan kaldırabilecek bir etki yaratabileceği açıklamasında bulundu.

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, “İşler nasıl diye soruyorlar. Sanayide şu anda işle, siparişle ilgili sıkıntı yok. Talepleri karşılayabilmek için hazır stokları dahi devreye aldığımız bir dönemden geçiyoruz. Bazı üreticilerin çift vardiya çalışmaya döndüğünü biliyoruz. Piyasada iş var ama en çok duyduğumuz 3 şey faiz, eleman, hammadde sıkıntısı.” ifadelerini kullandı.

Avdagiç, yaptığı yazılı açıklamada, üreticinin sipariş tarafında sorun yaşamadığını kaydetti.

Avdagiç, “Üreticimizin iş yapma iştahı yüksek. Siparişte sorun yok. Bizim o siparişi karşılayacak iş yapma iştahımız var.” ifadesini kullandı.

Piyasadaki finansman sıkıntısına karşı “seçici” destek sağlanması önerisinde bulunan Avdagiç, şunları kaydetti:

“Yüksek faizin etkisini asıl ortadan kaldıracak belki de tek konu, yatırımcının finansman maliyetinin belli bir kısmının kamu kaynakları tarafından karşılanması. Makine teçhizat yatırımı yapan, doğrudan üretime yönelik tevsi yatırımı yapan, ‘greenfield’ dediğimiz sıfırdan yatırım yapanın kullandığı ki bu daha önceki teşviklerde de vardı, yatırım kredisinin faiz maliyetinin yüzde 40’ı, yüzde 50’si bir fondan karşılanabilir. ‘Bazı sektörlerin faiz maliyetini karşılamıyoruz da’ denilebilir. ‘Sadece orta-yüksek ve yüksek teknolojili ürünlerdeki yatırımları karşılıyoruz da’ diyebilirler.

Yani ‘bu destek topyekun bütün yatırımlar için verilsin’ demiyoruz. Yeşil duyarlılığını artıran, çevre yatırımlarını düzenleyen, atıklarını azaltan yatırımlar gibi çerçeveyi daraltıp seçici bir finansman desteği verilebilir.”

Alman Yeşiller Partisi Federal Milletvekili Cem Özdemir, ‏Erdoğan'ın ülkemizdeki Osmanlı Alman suç örgütüyle bağlantılı olduğunu doğruladı.


  Federal Meclis Yeşiller Partisi Milletvekili Cem Özdemir, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Almanya'da faaliyet gösteren suç örgütü "Alman Osmanlıları" ile bağları olduğunu söyledi.

  Özdemir, “Alman Osmanlıları” örgütünün fuhuş, para ticareti, uyuşturucu ticareti ve tehdit, şiddet ve organize suç dahil herkesin aklına gelen her şeyi içerdiğini açıkladı.

  Özdemir, Türkiye'nin Almanya'da kurduğu kendi toprakları dışında bir terör örgütü kurması nedeniyle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de telefonda görüştüklerini sözlerine ekledi.

  Özdemir, kendisinin ve partisinin federal hükümete yasaklanması için baskı yaptığını ve sonunda bu örgütün yasaklandığını belirterek, Yeşiller Partisi'nin iktidara gelmesi durumunda bu örgütün tamamen ezileceğini vurguladı.

  Ayrı bir bağlamda Özdemir, parti olarak bir kişiyi kökenine göre ayırmadıklarını, bu kişilerin nereden geldiklerinin değil nereye gitmek istediklerinin kendileri için önemli olduğunu belirtti.

  Özdemir sözlerine şöyle devam etti: “Putin'le, Şiilerle, Erdoğan gibi isimlerle görüşmemiz gerekiyor. Ancak bu müzakereler sırasında bu ülkenin değerlerinden taviz vermek istemiyoruz. Demokrasiden taviz vermeyeceğiz ve o ülkelerde demokrasi isteyenlerin yanında olmak istiyoruz. Açık konuşayım, o ülkelerdeki baskı rejimlerinin bu ülkeye aktarılmasına asla izin vermeyeceğiz.”

  Alman Milletvekili: Erdoğan ülkemizde bir suç örgütü olan Turkish Zaman gazetesiyle bağlantılı.

Sunday 29 August 2021

Van’da ‎43 ‏doktor istifa dilekçesi verdi

Van İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Mahmut Sünnetçioğlu, "1 Temmuz’da kalkan yasağın ardından ilimizde 43 hekim istifa dilekçesi verdi" dedi.



Van İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Mahmut Sünnetçioğlu, Sağlık Bakanlığı’nın öngörüsüyle salgın döneminde sağlık sektöründeki iş yükünün artması üzerine 2020 Mart ayı içerisinde bir genelge yayınlayarak kamu ve özel sektörde çalışan hekimlerin istifa etmelerini yasakladığını hatırlattı.

Prof. Dr. Sünnetçioğlu, “1 Temmuz'da kalkan yasağın ardından ilimizde 43 hekim istifa dilekçesi verdi. Zorlu geçen salgın sürecinde tüm sağlık çalışanlarımız canla başla çalıştı, hepsine teşekkürlerimi sunuyorum. Bu sıkıntılı süreçte hekimlerimiz bizi yalnız bırakmadı” dedi.


Kalkan yasağın ardından doktorların istifa etmeye başladığını ve özel sektöre geçiş yaptığını dile getiren Sünnetçioğlu, şunları söyledi:


Hiçbir hekimimiz istifaya zorlanmadı, aksine kendilerinin devlet hastanelerimizde bu zorlu süreçte sabırlı olmak, vatandaşlarımıza sağlık hizmetinin sekteye uğratmaması adına ricalarımız olmuştur. Normalleşme süreci ile istifa yasağının kalkmasıyla birlikte birçok ilde olduğu gibi Van'da da hekimlerimiz kendi hür iradesi ile Sağlık Müdürlüğümüze istifa dilekçelerini verdi.

– Tabii ki vatandaşlarımızın sağlık yönünde mağdur olmaması için Sağlık Bakanlığımıza giderek kadın doğum uzmanı, çocuk doktoru, anestezi ve enfeksiyon hastalıkları için uzman hekim talebinde bulundum. En kısa zamanda atamalarını bekliyoruz. Ayrıca Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezinde vatandaşlarımızın mağdur olmaması için 6 uzman ve 5 pratisyen hekim görevlendirdik.

Erdoğan'ın partili belediye başkanı bir vatandaşı öldürmeye teşebbüs etmesine rağmen serbest bırakıldı


  Bugün Cumartesi günü, Türk makamları, yol açmasını isteyen bir Türk vatandaşının vurulmasına rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisi'nden Koporlu Belediye Başkanı Yusel Akkoç'u serbest bıraktı.

  Cumhuriyet'in haberine göre, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın partisine mensup Türkiye'nin Ardahan'ın Köprülü Belediye Başkanı, vatandaşın talebini reddederek, "Ailen beni sosyal medyada eleştirdiği sürece yolu açmayacağım" dedi. medya, sizin gibi insanlara hizmet etmiyorum."


  İki taraf, belediye başkanı Özildirim'i vurmak için cebinden tabancasını çıkarana kadar tartıştı, ancak kurşun kendisine isabet etmedi ve belediye binasının camına isabet etti.

  Polis, belediye başkanını serbest bırakmak için her iki tarafı da karakola götürürken, vatandaş ve ailesi gece boyunca gözaltında tutulmaya devam edildi, ardından savcının kameralara yaptığı incelemeye rağmen adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Friday 27 August 2021

Yüzde ‎5’lik memur zammını ‎‘kazanım’ ‏diye duyuran Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın’ın ‎32 ‏bin ‎115 ‏lira maaş aldığı iddia edildi


Memurlara 2022 yılı için verilen düşük zam tartışılırken, Memur-Sen Başkanı’nın maaşı tartışma konusu oldu. Ali Yalçın’ın maaşının 32 bin 115 lira olduğu iddia edildi.

Hükümet ile Memur-Sen, memur ve emeklilerine verilecek zam oranında 2022’nin ilk 6 ayı için yüzde 5+enflasyon farkı, ikinci yarısı için de yüzde 7+enflasyon farkı üzerinde anlaştı. Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın da yapılan zammı övdü.

Sözcü’den Ali Ekber Ertürk’ün haberine göre; düşük zamma destek veren Yalçın’ın sendikadan aldığı maaş ise tartışma konusu oldu. Yalçın’ın halen Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı olarak 32 bin 115 lira aylık ücret aldığı, Ocak 2022’de de ücretinin 36 bin liraya yükseleceği bildirildi.

Ali Yalçın, soruları yanıtsız bırakırken basın danışmanlığı ise başkan maaşının sendika tüzüğü ile belirlendiğini açıkladı. Memur-Sen tüzüğüne göre genel başkan, taban aylık katsayısının 7.000 rakamıyla çarpımı sonucu bulunan ücrete, yüzde 10 oranında eklenen miktarda net maaş alıyor. Yalçın, ayrıca Eğitim Bir-Sen Başkanı olarak da ücret alıyor.

Memur-Sen Başkanı’na şu ilkeler çerçevesinde ve genel kurullarda delege kararı ile maaş ödeniyor: “Yönetim kurulu üyelerine, memuriyet taban aylığı göstergesine uygulanacak taban aylık katsayısının 7.000 rakamıyla çarpımı sonucu çıkan miktarı aşmamak üzere genel başkan yardımcıları için eşit miktarda, genel başkan için ise genel başkan yardımcıları için belirlenen ücretin %10’u fazla olmak kaydıyla net maaş ile aile ve çocuk yardımı ödenir. Bu ödemelerden kaynaklanan vergi, harç ve benzeri giderler ile sosyal güvenlik prim tutarları genel merkez bütçesinden karşılanır.”

“MAAŞINI AÇIKLASIN”

Eğitim Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Ramazan Gürbüz, “Kendi maaşını 30 bin liraya çıkaranlar, emekçilerin haklarını koruyamaz. Tüm sendika yöneticileri maaşlarını açıklamalı” dedi. Genel Sağlık İş Sendikası Genel Başkanı Zekiye Bacaksız da Yalçın’ın maaşının 32 bin 115 lira 80 kuruş olduğunu söyledi.

Thursday 26 August 2021

Türk siyasetçi mahkumların şartlı tahliye hakkının kısıtlanmasını eleştirdi


Meclis üyeliği aylar önce iptal edilen ve yakın zamanda restore edilen Kürt Halkların Demokratik Partisi üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu, bazı tutukluların şartlı tahliye hakkının cezaevi yönetimleri tarafından keyfi olarak kısıtlandığını söyledi.

  Türk cezaevlerinde keyfi uygulamaların artarak devam ettiğini anlatan Gergerlioğlu, son yasal değişikliklerin maalesef kamuoyunda endişeleri doğruladığını, cezaevlerinde hak ihlallerinin olağanüstü boyutlara ulaştığını sözlerine ekledi.

  Gergerlioğlu, "İşledikleri suçun boyutu, bulundukları departmanlar, açlık grevine katılımları ve cezaevi yetkilileriyle iyi hal koşullarını oluşturmayan ilişkileri nedeniyle tahliyeleri ertelenen tutuklular" dedi.

  Eski Türk Milletvekili, "Bu durumun bir cezaya dönüştüğü ve serbest bırakılmayı uman tutukluların özgürlüklerinin gasp edilmesine neden olduğunu" vurguladı.

  Gergerlioğlu, çok sayıda hükümlü hakkında disiplin işlemi yapılmamasına rağmen son dönemde keyfi ve sübjektif nedenlerle tahliye edilmediğine dikkati çekti.

  Gergerlioğlu, yönetim ve denetim kurullarının, hükümlülerin tahliye edilmemesi için siyasi görüşlerini bahane ederek olumsuz raporlar sunduğunu da ifade etti.

Türkiye, ‏Erdoğan muhaliflerinin sahip olduğu firmalarda çalışan yaklaşık ‎50.000 ‏kişiye dava açmaya hazırlanıyor.


 Bir Türk savcı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştirenlerin sahip olduğu şirketlerde çalışan ve hukuka aykırı olarak el konulan yaklaşık 50 bin kişiyi şüpheli olarak görüyor ve çalışma kayıtlarını suç kanıtı olarak gösteriyor.

 Skandal eylem, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fuat Yüzer'in 6 Kasım 2020'de gönderdiği bir tebliğle ortaya çıktı. Polise, soruşturma altındaki iki Türk vatandaşının hükümet tarafından el konulan şirket veya kuruluşlarda çalışıp çalışmadığını kontrol etmesini ve çalışıyorsa, ceza davası dosyasına dahil edilmek üzere çalışma kayıtlarını almasını emretti.

 Erdoğan hükümeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hükümetteki yolsuzluk ve Türkiye'nin silahlı cihatçı gruplara yardım ve yataklık etmesi nedeniyle eleştiren bir grup olan Gülen hareketi üzerindeki baskının bir parçası olarak 2015'ten bu yana büyük holdingler de dahil olmak üzere 998 özel şirkete el koydu.

 Serbest girişime ve serbest piyasa ekonomisine cepheden bir saldırı olarak eleştirilen bu eşi benzeri görülmemiş hareket, Erdoğan'ın muhaliflerini sindirmesine ve el konulan serveti yandaşlarına yeniden dağıtmasına yardımcı oldu.

 
 Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi bir araç olarak kullandığı hükümetin bekçi köpeği Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), etkin bir adli veya idari soruşturma olmaksızın yüzlerce şirketin yönetimini devraldı. Daha sonra firmaların birçoğunu, çoğu zaman rekabetçi olmayan satışlarda, piyasa değerinin çok altında fiyatlara Erdoğan'ın arkadaşlarına ve ortaklarına sattı.

 Bu arada Türk savcıları, el konulan firmaların yönetici ve çalışanları hakkında cezai işlem başlatmış ve siyasi amaçlı iddianamelerde Sosyal Güvenlik Kurumu'ndaki (SGK) çalışma kayıtlarını suç delili olarak sıralamıştır.

 Savcı Yüzer'in kararı kesinlikle münferit bir karar değil. Aksi takdirde muhalefeti desteklemeye meyilli olabilecek işletmelere yönelik bir yıldırma kampanyasının bir parçası olarak, hükümeti eleştirenlere, muhaliflere ve muhaliflere karşı sözde suç delili elde etmek amacıyla Türkiye genelinde savcılar tarafından verilen birçok belgeden biridir.

 TMSF'nin resmi kayıtlarına göre Erdoğan hükümeti, 5 Eylül 2019 itibarıyla aralarında Boydak Holding, Koza İpek Grubu, Kaynak Holding, Naksan Holding, Suvari Co, Dumankaya, Akfa, Orkide ve Sesli gibi büyük holdinglerin de bulunduğu 998 şirkete el koymuştu. O zaman 11 milyar dolara yakın bir değere sahipti.




 Aralarında önde gelen gazetecilerin de bulunduğu 113 kişinin kişisel mal varlığına da hükümet tarafından el konuldu.

 Toplam 44.515 kişinin el konulan şirketlerde çalıştığının belirtilmesi, hükümetin bunların hepsini potansiyel suçlu olarak gördüğünü ve geçmişte yaptıkları işlere dayanarak kovuşturma yapabileceğini düşündürdü.

 Güncellenmiş bir liste, Nordic Monitor'ün TMSF web sitesine en son eriştiği 25 Ağustos 2021'de 769 şirketin hala TMSF yönetimi altında olduğunu gösteriyor; bu, 200'den fazla şirketin satıldığı veya tasfiye edildiği anlamına geliyor.

 Erdoğan hükümetini eleştirenler, özellikle de Gülen hareketi üyeleri, dönemin başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi hukuki sorunları nedeniyle grubu günah keçisi yapmaya karar verdiği 2014 yılından bu yana gözetim, taciz, ölüm tehditleri ve kaçırma ile karşı karşıya. Hareketi 2013'teki yolsuzluk soruşturmalarının ve Temmuz 2016'daki darbe girişiminin arkasında olmakla suçluyor, iddiaları reddediyor. Türk hükümeti iddiaları destekleyecek kanıt sunmayı başaramadı.

 Pek çok kişi başarısız darbenin Erdoğan ve istihbaratı ve ordu komutanları tarafından muhalefeti bir baskı için harekete geçirmek için düzenlenen sahte bir operasyon olduğuna inanıyor. Darbe davaları sırasında, istihbarat teşkilatının birçok görevlisinin sınırlı askeri seferberliği gerçek bir darbe girişimi olarak göstermek için çalıştıklarına dair kanıtlar ortaya çıktı.

 


 İskandinav Monitörü
 Türkiye, Erdoğan muhaliflerinin sahip olduğu firmalarda çalışan yaklaşık 50.000 kişiye dava açmaya hazırlanıyor.
 yazan Abdullah Bozkurt 26 Ağustos 2021
 Türkiye, Erdoğan muhaliflerinin sahip olduğu firmalarda çalışan yaklaşık 50.000 kişiye dava açmaya hazırlanıyor.
 Şubat 2015'te hükümetin en büyük bankalarından biri olan ve hükümeti eleştiren Gülen hareketine yakın yatırımcıların sahip olduğu Bank Asya'yı ele geçirme hamlesi, on binlerce kişinin Türkiye genelinde Bank Asya şubeleri önünde uzun kuyruklar oluşturmasına neden olan protestolara neden oldu.

 Abdullah Bozkurt/Stockholm

 

 Bir Türk savcı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştirenlerin sahip olduğu şirketlerde çalışan ve hukuka aykırı olarak el konulan yaklaşık 50 bin kişiyi şüpheli olarak görüyor ve çalışma kayıtlarını suç kanıtı olarak gösteriyor.

 Skandal eylem, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fuat Yüzer'in 6 Kasım 2020'de gönderdiği bir tebliğle ortaya çıktı. Polise, soruşturma altındaki iki Türk vatandaşının hükümet tarafından el konulan şirket veya kuruluşlarda çalışıp çalışmadığını kontrol etmesini ve çalışıyorsa, ceza davası dosyasına dahil edilmek üzere çalışma kayıtlarını almasını emretti.

 Erdoğan hükümeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hükümetteki yolsuzluk ve Türkiye'nin silahlı cihatçı gruplara yardım ve yataklık etmesi nedeniyle eleştiren bir grup olan Gülen hareketi üzerindeki baskının bir parçası olarak 2015'ten bu yana büyük holdingler de dahil olmak üzere 998 özel şirkete el koydu.

 Serbest girişime ve serbest piyasa ekonomisine cepheden bir saldırı olarak eleştirilen bu eşi benzeri görülmemiş hareket, Erdoğan'ın muhaliflerini sindirmesine ve el konulan serveti yandaşlarına yeniden dağıtmasına yardımcı oldu.

 

 Cumhuriyet Savcısı Fuat Yüzer'in, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşıtların sahip olduğu firmalarda çalışan kişileri soruşturmak için skandal emri:

 Tam Ekranda Görüntüle
 

 Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi bir araç olarak kullandığı hükümetin bekçi köpeği Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), etkin bir adli veya idari soruşturma olmaksızın yüzlerce şirketin yönetimini devraldı. Daha sonra firmaların birçoğunu, çoğu zaman rekabetçi olmayan satışlarda, piyasa değerinin çok altında fiyatlara Erdoğan'ın arkadaşlarına ve ortaklarına sattı.

 Bu arada Türk savcıları, el konulan firmaların yönetici ve çalışanları hakkında cezai işlem başlatmış ve siyasi amaçlı iddianamelerde Sosyal Güvenlik Kurumu'ndaki (SGK) çalışma kayıtlarını suç delili olarak sıralamıştır.

 Savcı Yüzer'in kararı kesinlikle münferit bir karar değil. Aksi takdirde muhalefeti desteklemeye meyilli olabilecek işletmelere yönelik bir yıldırma kampanyasının bir parçası olarak, hükümeti eleştirenlere, muhaliflere ve muhaliflere karşı sözde suç delili elde etmek amacıyla Türkiye genelinde savcılar tarafından verilen birçok belgeden biridir.

 TMSF'nin resmi kayıtlarına göre Erdoğan hükümeti, 5 Eylül 2019 itibarıyla aralarında Boydak Holding, Koza İpek Grubu, Kaynak Holding, Naksan Holding, Suvari Co, Dumankaya, Akfa, Orkide ve Sesli gibi büyük holdinglerin de bulunduğu 998 şirkete el koymuştu. O zaman 11 milyar dolara yakın bir değere sahipti.

 


 TMSF'nin 2019 yılı itibariyle haczedilen şirketlere ilişkin raporu.
 Aralarında önde gelen gazetecilerin de bulunduğu 113 kişinin kişisel mal varlığına da hükümet tarafından el konuldu.

 Toplam 44.515 kişinin el konulan şirketlerde çalıştığının belirtilmesi, hükümetin bunların hepsini potansiyel suçlu olarak gördüğünü ve geçmişte yaptıkları işlere dayanarak kovuşturma yapabileceğini düşündürdü.

 Güncellenmiş bir liste, Nordic Monitor'ün TMSF web sitesine en son eriştiği 25 Ağustos 2021'de 769 şirketin hala TMSF yönetimi altında olduğunu gösteriyor; bu, 200'den fazla şirketin satıldığı veya tasfiye edildiği anlamına geliyor.

 Erdoğan hükümetini eleştirenler, özellikle de Gülen hareketi üyeleri, dönemin başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi hukuki sorunları nedeniyle grubu günah keçisi yapmaya karar verdiği 2014 yılından bu yana gözetim, taciz, ölüm tehditleri ve kaçırma ile karşı karşıya. Hareketi 2013'teki yolsuzluk soruşturmalarının ve Temmuz 2016'daki darbe girişiminin arkasında olmakla suçluyor, iddiaları reddediyor. Türk hükümeti iddiaları destekleyecek kanıt sunmayı başaramadı.

 Pek çok kişi başarısız darbenin Erdoğan ve istihbaratı ve ordu komutanları tarafından muhalefeti bir baskı için harekete geçirmek için düzenlenen sahte bir operasyon olduğuna inanıyor. Darbe davaları sırasında, istihbarat teşkilatının birçok görevlisinin sınırlı askeri seferberliği gerçek bir darbe girişimi olarak göstermek için çalıştıklarına dair kanıtlar ortaya çıktı.

 

 Çoğu Erdoğan hükümetini eleştirdiği düşünülen sahiplerinden el konan, TMSF kontrolündeki 769 firmanın listesi:

 Tam Ekranda Görüntüle
 

 Darbe girişiminin ardından harekete yönelik baskılar yoğunlaştı. Harekete bağlı olarak görülen kişi, kurum ve kuruluşların varlıkları ve servetleri, yağmalamaya açık savaş ganimeti olarak damgalandı. Okullar, üniversiteler, medya kuruluşları, şirketler ve apartmanlar gibi Gülen'e bağlı kuruluşların varlıklarına yeni sahipleri tarafından el konuldu veya çalındı ​​ve malları Erdoğan'ın İslamcıları ve işbirlikçileri arasında paylaştırıldı.

Wednesday 25 August 2021

Ankara Emek, ‏Barış ve Demokrasi Güçleri’nden ‎1 ‏Eylül Dünya Barış Günü eylemine çağrı


Ankara Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nden 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemine çağrı

Ankara Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri düzenlediği basın toplantısında 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde gerçekleştirecekleri eyleme çağrı yapıldı.

Yapılan açıklamada Anıtpark’ta saat 17:30’da düzenlecek eylem hakkında “‘Savaşa karşı barış, ırkçılığa karşı eşitlik şiarıyla’ 1 Eylül 2021 Çarşamba günü alanda olacağız” denildi.

Düzenlenen basın açıklamasına DİSK, KESK, Halkların Demokratik Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, İnsan Hakları Derneği, Ankara Tabip Odası, Halkevleri, Demokratik Alevi Dernekleri katılım gösterdi.

3 ‏yılda yüzde ‎109 ‏artış.. ‏Başkanlık sistemi Türkiye'yi borçla ‎"doldurdu"


  Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
  Türk gazetesi "Zaman", muhalefetin kaldırılmasını istediği cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin uygulanmasından bu yana geçen 3 yılda Türkiye'nin borcunun yüzde 109 arttığını ortaya koydu.

  Gazete, Türkiye'nin cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiği 2018'in sonlarından bu yana döviz kurundaki keskin dalgalanmaların devlet ve özel sektör borcunu önemli ölçüde artırdığına dikkat çekti.


  Gazete, Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, Meclis, cumhurbaşkanlığı, yargı ve bakanlıklar gibi kurumların giderlerini içeren merkezi yönetim borcunun 3 yılda yüzde 109 arttığını bildirdi.

  Erdoğan hükümetinin kurbanları.. Borç, bir Türk çiftçiyi intihara zorluyor
  Resmi verilere göre, merkezi yönetim borcunun Haziran 2018'de 969 milyar 940 milyon lira seviyesinde olduğunu kaydederek, bu tarihin başkanlık sistemine geçiş tarihi olduğuna dikkati çekerek, o tarihte toplam borcun yüzde 42'sini oluşturdu. Türk merkezi hükümeti (409 milyar Türk lirası). ) döviz cinsinden.

  Gazete, yeni rejimle birlikte birçok alanda değişim yaşayan Türkiye'de ekonomik istikrarsızlığın en büyük sorunlardan biri olduğunu söyledi.

  Başkanlık sistemine geçişin ardından ekonomik olarak istikrarsız bir dönemden geçen Türkiye'de yaklaşık 3 yıl sonra, Haziran 2021 istatistiklerine baktığımızda toplam Türk devlet borcunun 2 trilyon 26 milyar 802 milyon liraya yükseldiğini sözlerine ekledi. .


  Erdoğan'ın kredileri Türkiye ekonomisini borca ​​​​girdi
  Verilere göre bu borcun yüzde 58,3'ü döviz, yüzde 41,7'si Türk lirası, bu borcun 1 trilyon 82 milyar 600 milyon lirası iç borç, 105,2 milyar doları dış borç olarak muhasebeleştirildi.

  Haziran 2021 verilerine göre Türkiye'de merkezi yönetim borcu ülke milli gelirinin %35,9'unu oluşturuyor.

  24 Haziran 2018 tarihinde yapılan genel seçimlerin ardından cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmiş ve yeni sistemle birçok alanda değişikliklere sahne olan Türkiye'de ekonomik istikrarsızlık en büyük sorunlardan biridir.

Wednesday 11 August 2021

Almanya, ‏sel felaketi sonrası yeniden yapılanma için ‎30 ‏milyar euro bütçe ayırdı ‎


Almanya Başbakanı Angela Merkel hükümet olarak ülkenin modern tarihinin gördüğü en ağır sel felaketi sonrası altyapı çalışmaları ve halkın zararının giderilmesi için en az 30 milyar euro bütçe ayırdıklarını açıkladı.

Merkel, söz konusu meblağın merkezi hükümet ve 16 eyaletin bütçeleri tarafından paylaşılacağını kaydetti.

Evrensel’de yer alan habere göre, Almanya temmuz ayının ortalarında ülkenin batı bölgelerinde etkili olan ve en az 190 kişinin ölümüne sebebiyet veren sel felaketinin maddi yaralarını sarmaya çalışıyor. Bu kapsamda salı günü gerçekleştirilen bölgesel liderler toplantısında kamuya ve şahıslara ait ev, iş yeri, araç ve zarar gören altyapının onarılması için 30 milyar euro bütçe ayrıldığı kaydedildi.

Almanya’daki sel felaketinde Rhineland-Palatinate ve Kuzey Ren Vestfalya eyaletleri en çok etkilenen iki bölge olmuştu. Kuzey Ren Vestfalya Başbakanı Armin Laschet yaptığı açıklamada Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç bu kadar büyük çapta konut onarım ve altyapı çalışması yapmadığını belirterek, durumun vahametini dile getirdi.

2013 ‏yolsuzluk soruşturmalarına öncülük eden polis şeflerinin aileleri şartlı tahliyeyi reddetti


 Tutanak'ın Salı günü bildirdiğine göre, 2013 yılında dönemin başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı suçlayan eski emniyet müdürlerinin aile üyeleri, şartlı tahliyeye uygun aile üyeleri ve yakın çevresi keyfi olarak serbest bırakılmadı. bir avukat.

 Gelişmeyi, eski Emniyet Müdürü Ömer Köse'nin oğlu Serdar Köse'nin yanı sıra eski emniyet müdürleri Yakup Saygılı ve Kazım Aksoy'un eşleri Esra Saygılı ve Sümeyya Aksoy'u temsil eden avukat Sümeyra Bulduk Pazartesi günü sosyal medyadan duyurdu.

 Bulduk, 2013'te yolsuzluk soruşturmalarına karışan eski emniyet müdürlerinin 2017'de tutuklanan ve 2019'da terör suçlamasıyla İstanbul'da 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan 12 aile üyesinin cezalarının süresi dolduğu için serbest bırakılmadığını söyledi. Yargıtay tarafından bozuldu.

 “Dört yıldır tutuklu olan müvekkillerime verilen hukuka aykırı cezalar Yargıtay tarafından bozuldu. Ancak tahliye taleplerimiz [şartlı tahliye için uygun olmalarına rağmen] reddedildi. Bir kişi hapis cezası bozulduğu için üzülür mü? Onlar yapar!" Bulduk bir tweet'te söyledi.

 Türk Ceza Kanunu'na göre, terör örgütü üyeliğinden hüküm giyen kişiler, cezalarının üçte ikisini çektikten sonra şartlı tahliye edilebiliyor.

 Devlete ait Halkbank ile ilgili olarak 17-25 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları 2013 yılında ülkeyi sarstı. Soruşturma, diğerlerinin yanı sıra dört kabine bakanının aile üyeleri ile dönemin Başbakanı Erdoğan'ın çocuklarını da kapsıyordu.

 Kabine üyelerinin istifasıyla sonuçlanan skandala rağmen, savcılar ve emniyet müdürlerinin davadan çıkarılmasının ardından soruşturma düşürüldü. Erdoğan, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yetkilileri ve hükümete yakın medya soruşturmayı hükümeti devirme girişimi olarak nitelendirdi.

 Müslüman din adamı Fethullah Gülen'den ilham alan bir grup olan Gülen hareketinin soruşturmalarını hükümetine komplo olarak değerlendiren Erdoğan, inanç temelli hareketi terör örgütü ilan etti ve üyelerini hedef almaya başladı.

 Soruşturmaya katılan çok sayıda savcı, hakim ve polis memuru da dahil olmak üzere binlerce kişiyi tutukladı.

 Yolsuzluk soruşturmalarının bir parçası olan iddiaların bir kısmı daha sonra Türk bankacı Mehmet Hakan Atilla'nın İran'a yönelik ABD yaptırımlarını ve diğer suçları ihlal etmek için komplo kurmaktan 32 ay hapis cezasına çarptırıldığı New York federal mahkemesinde doğrulandı.

 Erdoğan, Gülen'i planlamakla suçladığı 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından harekete yönelik baskıları yoğunlaştırdı. Gülen ve hareket, sonuçsuz kalan darbeye veya herhangi bir terör faaliyetine karıştığını şiddetle reddediyor.

 Türk hükümeti darbe girişiminin ardından Gülen bağlantılı oldukları iddiasıyla 130.000'den fazla memuru işten çıkardı. Hapsedilen binlerce kişiye ek olarak, diğer çok sayıda Gülen hareketi mensubu hükümetin baskısından kaçınmak için Türkiye'den kaçmak zorunda kaldı.

 Patreon'da SCF'yi desteklemek için bir saniyenizi ayırın!

Tuesday 10 August 2021

Dış Politika: ‏Türkiye'nin cezaevi nüfusu Erdoğan döneminde hızla artıyor


Amerikan "Dış Politika" dergisi, Erdoğan hükümetinin son beş yılda 131 hapishane inşa etmek için yaklaşık 13 milyar lira harcadığını söyledi.

  Derginin bir raporu, uydu görüntülerinin Türkiye'de Temmuz 2016 ve Mart 2021'den bu yana 131 cezaevinin yapımını ortaya koyduğunu belirtti.

  Raporda, Türkiye Adalet Bakanlığı belgelerinin ve raporlarının, Erdoğan hükümetinin yaklaşık 100 ek gözaltı merkezi planladığını gösterdiğini ve ülkedeki hapishane ağının bu muazzam genişlemesinin Erdoğan hükümetinin muhaliflerine ve insan hakları ihlallerine yönelik baskılarına yardımcı olduğunu vurguladı.

  Soruşturma raporu şöyle devam etti: “İnşaatın mevcut hızı, 15 Temmuz'a kadar olan dört yıldaki hızın iki katından fazla. Bu süre zarfında 64 cezaevinin yapım aşamasında olduğu uydu görüntülerinden gözlemlendi. Hapishanelerin sayısı ve büyüklüğü büyüdü. 2016 yılından sonra inşa edilen cezaevlerinin taban alanı bir önceki döneme göre ortalama yüzde 50 arttı.”

  Erdoğan hükümetinin "cezaevi inşa etme çılgınlığını" gizlemediğine dikkat çeken raporda, yeni cezaevlerinin eklenmesiyle mahkum sayısının 15 Temmuz 2016'da 180 binden 2019'da 300 bine yükseldiği belirtildi.

  Raporda, geçen yıl ilk kez Türkiye'deki cezaevi kapasitesinin Avrupa Konseyi'ne üye 47 ülke arasında en üst sırada yer aldığı belirtildi.

  Adalet Bakanlığı'na göre şu anda Türkiye'de yaklaşık 300.000 mahkum var. 2010 yılında 120 bin olan ceza infaz kurumunda 2000 yılında sadece 48 bin 758 cezaevi vardı.

Kırgızistan'dan istihbarat tarafından kaçırılan bir Türk'ün vücudunda kırıklar


Kırgızistan'daki Türk özel eğitim kurumu Sabat'ın Türk istihbarat servisi tarafından kaçırılıp zorla sınır dışı edilen eski müdürü Türk Orhan Inande'nin eşi, İnandi'nin işkence sonucu kolunun kırıldığını ortaya çıkardı.

  Rehan İnandi, Twitter'dan yaptığı paylaşımda, Kırgız vatandaşı olan eşi Orhan'ın Kırgızistan'dan kaçırıldıktan sonra işkence gördüğünü, bu işkence sonucu kolunda 3 kırık olduğunu kaydetti.

  Kocasının ameliyat olması gerektiğini ve yapılmadığını da sözlerine ekleyen Rehan, iki ay önce eşinin sağ kolunu kullanamadığını ortaya koydu.

  31 Mayıs'ta kaçırıldıktan sonra bir elini tutarak fotoğrafını yayınladıktan sonra, yakınları, hizmet hareketine mensup İnandi'nin işkence belirtileri gösterdiğini söyledi.

  Türk istihbaratı tarafından bir ay süreyle Bişkek büyükelçiliğinde tutulduğu iddia edilen ve zorla Türkiye'ye sınır dışı edilen İnandi için Kırgızistan'daki büyükelçilik binası önünde protestolar düzenlendi.

  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'ye getirildiğini duyurduğu adamın akıbetinin açıklanması için birçok ülkede protestolar düzenlendi.

  İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türk özel eğitim kurumu Sabbat'ın Kırgızistan'daki eski yöneticisinin Türk istihbarat servisi tarafından kaçırılmasını "uluslararası hukukun korkunç bir ihlali" olarak nitelendirdi.

  Örgüt, Inandi'nin hizmet hareketiyle bağlantısı nedeniyle kaçırılmasının, uluslararası ve iç hukukun korkunç ihlallerini oluşturduğunu söyledi.

  İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Avrupa ve Orta Asya direktörü Hugh Williamson, Türk hükümetinin Inandi'nin Türkiye'de nerede tutulduğunu derhal açıklaması ve derhal serbest bırakılmasını sağlaması gerektiğini söyledi.

  Hugh Williamson, Kırgızistan'ın vatandaşlarının güvenliğini sağlamak ve insan haklarını korumak için adımlar atması ve Kırgız uyruklu bir Türk olan İnandi'nin kaçırılıp zorla kaybedilip Türkiye'ye sınır dışı edilmesinden sorumlu olanlardan hesap sorulması gerektiğini de vurguladı.

Monday 9 August 2021

AKP anayasa çalışmasında, ‏parti kapatma için Meclis’ten onay almak istiyor



MHP’nin açıkladığı yeni anayasa çalışmasını da baz alan iktidar, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin “MHP’nin de itiraz etmeyeceği bir düzenlemeye yer vereceğini” açıklarken, ‘kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlendirme amacıyla’ “herhangi bir partiye kapatma davası açılması için Meclis’ten onay alınması” formülü üzerinde tartışılıyor. Buna göre, siyasi parti kapatmalarının da “aynı milletvekili dokunulmazlıklarındaki gibi bir sürecin işletileceği, yargının bir siyasi parti hakkında hazırladığı iddianamenin önce Meclis’te kurulacak bir komisyona, sonra da TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesine zemin hazırlanacağı” kaydediliyor.

DOKUNULMAZLIK ÖRNEĞİ

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’nun haberine göre, parti kapatmalarına yönelik bir kısıtlamanın geleceği ancak bu kısıtlamaların da Meclis eliyle yeniden düzenlenmesine yönelik bir adım atılabilmesi üzerinde görüş alışverişlerinin olduğu ifade edilirken, süreçle ilgili Meclis’te milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik düzenleme örnek olarak gösteriliyor.

Mevcut anayasada “siyasi partilerin demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğuna” yönelik bir hükmün yer aldığının altı çizilirken, “Bir milletvekillinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağı eğer TBMM tarafından kararlaştırılıyorsa, mevcut anayasada olan ve ‘demokrasinin vazgeçilmez unsuru’ olarak tanımlanan siyasi partiler için neden benzer hükümler uygulanmasın? Partiler ile ilgili hükmü neden bir kamu görevlisi olan savcı versin” değerlendirmeleri yapılıyor.

İktidar cephesi, benzer uygulamaların başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde de olduğuna dikkat çekiyor. AKP’nin hazırladığı yeni anayasada da Almanya örneğinde olduğu gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın herhangi bir parti ile ilgili soruşturma başlatmadan önce Meclis’ten izin alabileceği, Meclis’in salt çoğunluğunun izin vermesi durumunda ise Yargıtay’ın soruşturma başlatabileceği ifade ediliyor.

Ancak iktidar bu uygulamanın “muhalefet ile iktidarı salt çoğunluk üzerinden karşı karşıya getirebileceğini” de hesaplıyor. Meclis’te AKP ve MHP’nin çoğunluğu baz alındığında, herhangi bir partinin kapatılmasına yönelik atılacak adımlarda muhalefetin “İktidar parti kapatıyor” söyleminde buluşabileceğini ifade ediyor.

Türk ordusu göçmenleri sınır duvarının tepesinden atarak bir erkek ve bir kız çocuğuna tecavüz etti


Türk askerleri, Suriye'nin kuzeyindeki Qamişlo kentinden Mardin'in Nusaybin bölgesine sınırı geçmeye çalışan iki gence saldırdı ve onları sınır duvarının tepesinden attı. Bir erkek ve bir kıza da tecavüz ettiler.

  Türk Mezopotamya Ajansı'na göre, Türk makamları Cumartesi günü Mardin'e geçmeye çalışan iki genç (NH - 14 yaşındaki) ve (YY - 34 yaşındaki) ağır işkenceye maruz kalan 24 kişiyi tutukladı.

Sunday 8 August 2021

Bir Türk diktatör neden seçim kaybetmesine izin verir?



 Türkiye'nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1950'de istifa ederek dünyayı şaşırttı. Erdoğan 2023 seçimlerinden sonra da aynısını yapabilir mi?


 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimi kaybetmesine gerçekten izin verir mi? Ve Türkiye'nin Batılı müttefiklerinden gelen baskı, Türkiye'nin bunu yapmasını sağlamaya yardımcı olabilir mi? Bunlar, Türkiye'nin 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden yıllarda Türk siyasi yorumcularının karşılaştığı en acil sorulardan ikisi. Aynı zamanda, 71 yıl önceki Türk demokrasisinin kökenleriyle ilgili hala cevaplanmamış soruları da yansıtıyorlar. Bu tarihe bakmak, gelecek hakkında kesin bir tahminde bulunmaz, ancak Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu zorlu zorluğun daha iyi çerçevelenmesine yardımcı olabilir.

 1950'de, Mustafa Kemal Atatürk'ün tartışmasız otoriter yönetimini devraldıktan sadece on yıl sonra, Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, özgür, çok partili seçimler yapmak için kendi hükümeti içindeki muhalefeti geri püskürttü. Kazanmayı bekliyordu. Yapmadığında, sonucu tersine çevirmek için güvenlik servislerinden gelen teklifleri reddetti ve basitçe istifa etti. II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, İber Yarımadası'nı yöneten faşist diktatörlükler ve Doğu Avrupa'yı yöneten komünist diktatörlüklerle birlikte, bu liberal devlet adamlığı eylemi gerçekten dikkate değer görünüyordu. Gerçekten de, 1938 Dersim katliamını yaşayan Kürt köylüler ya da 1942'de müsadere edici bir servet vergisini ödemeyip sürgüne gönderilen İstanbul Hristiyanları olsun İnönü'nün politikalarının acımasızlığını deneyimleyenlere çok daha dikkat çekici görünmüş olabilir.

 Erdoğan, İnönü'ye yönelik eleştirilerinde her zaman acımasızdı, onu hem sarhoş hem de faşist olarak nitelendirdi ve birkaç yıldır giydiği yadsınamaz Hitler bıyığına dikkat çekti. Erdoğan için İnönü, Kemalist rejimin en kötüsünü temsil ediyor - Mustafa Kemal'in kendisinin kahraman ve vatansever havası olmadan tüm otoriterliği ve laikliği. Ayrıca, iki adam arasındaki kişisel zıtlık dikkat çekicidir. Erdoğan uzun boylu, karizmatik ve gururla taşralıdır; İnönü kısa boyluydu, işitme güçlüğü çekiyordu ve Avrupalı ​​meslektaşlarının çoğu tarafından anlayışlı ve sofistike bir devlet adamı olarak görülüyordu.

 İnönü bir diktatör olarak iktidara geldi ve Demokrat olarak ayrıldı. Bir Demokrat olarak iktidara geldikten sonra Erdoğan şimdi ters bir yörüngede. Önümüzdeki birkaç yıl, Erdoğan'ın nefret ettiği adamın en iyi özelliklerini mi yoksa en kötü özelliklerini mi sergileyeceğini belirleyecek.

 Washington kurtarmaya mı geldi?

 Orta Doğu'da demokrasiyi desteklemek söz konusu olduğunda ne liberal akademisyenler ne de Erdoğan destekçileri ABD hükümetini büyük bir samimiyetle ödüllendiriyor. Dolayısıyla, her iki grubun bu kadar çok üyesinin ABD baskısının Türkiye'nin demokratikleşmesinde merkezi bir faktör olduğu konusunda büyük ölçüde hemfikir olması şaşırtıcıdır. 1950'lere kadar uzanan bu ortak varsayım, Soğuk Savaş'ın başlangıcında Türkiye'de meydana gelen dramatik ve başka türlü açıklanamaz dönüşüme yönelik yaygın şaşkınlığı yansıtıyor. Bu aynı zamanda, Erdoğan'ın ve birçok takipçisinin İnönü'ye karşı duydukları, en ilkeli başarısından dolayı onu takdir etmemek için Washington'a şüphenin avantajını vermeye istekli olmalarına da bir övgüdür.

 Türkiye'nin demokratik geçişi, Ankara'nın Sovyetler Birliği'ne karşı bir garanti olarak umutsuzca NATO üyeliğini güvence altına almaya çalıştığı bir anda, ABD ile ittifakının başlangıcında gerçekleşti. Bu dönemde demokrasi ABD söyleminin merkezinde yer aldı ve NATO'nun 2. Maddesinde yer aldı. Bu idealist bağlamda, ABD değerleri ile İnönü'nün eylemleri arasında nedensel bir ilişki olduğunu görmek mantıklı geldi. Dahası, Washington krediden payını almaktan son derece mutluydu. 1950'de iktidara gelen Türkiye'nin Demokrat Partisi de ülkenin yeni süper güç müttefikinin desteğini aldığı fikrini sürdürmekten mutluydu.

 Yine de, ne kadar yakından bakarsanız, Türkiye'nin demokrasiye dönüşünü ABD'nin gerçekten hak ettiğine inanmak o kadar zorlaşıyor. Dönemin gizliliği kaldırılmış Dışişleri Bakanlığı kayıtları, ABD'li politikacıların Ankara'ya demokratikleşmesi için baskı yaptığına dair çok az kanıt ve İnönü'nün isteseydi hem tek adam yönetimine hem de ABD desteğine sahip olabileceğini bildiğini gösteren çok sayıda ikinci derece kanıt sunar. Bu da, Türkiye'yi demokrasiye giden gerçek ama dolambaçlı yola koyan kararı nihayetinde neden verdiğine dair daha zor ve belki de cevaplanamaz soruyu gündeme getiriyor.

 “Doğru türden bir güçlü adam”

 1947'de Başkan Harry S. Truman, Kongre'yi, her iki ülkenin de Sovyet yayılma tehdidine direnmesine yardımcı olmak için Türkiye ve Yunanistan'a yardım sağlamaya çağırdı. Truman Doktrini'nin temelini oluşturan konuşmasında, Yunanistan'ı birkaç uyarıyla kusurlu bir demokrasi olarak nitelendirdi. Türkiye ise tam tersine, geleceği “dünyanın özgürlük seven halkları için önemli” olan “bağımsız ve ekonomik olarak sağlam bir devlet”ti.

 Gerçekten de, II. Dünya Savaşı'nın sonunda, ABD'nin İnönü'ye yönelik hüküm süren tutumu, belki de en iyi ABD askerleri için çağdaş bir rehberde Atatürk'ün tarifiyle karakterize edildi: “Birçoğu onu diktatör olmakla suçladı. Eğer öyleyse, doğru türden güçlü bir adamdı.” ABD-Türkiye ilişkisi başladığında, ABD'li yetkililerin süresiz olarak devam edeceğini varsaydıkları statüko buydu ve bu durumdan gereksiz yere rahatsız görünmüyorlardı. Ayrıca, Salazar diktatörlüğü altındaki Portekiz 1948'de NATO'nun kurucu üyesi olduğunda, İnönü'nün hükümetinin Batı ittifakı için de yeterince demokratik olduğuna inanmak için her türlü nedeni vardı.

 Ancak İnönü'nün ABD baskısına duyarlı olacağını varsaysak bile, Washington ona bunu hissetme şansı vermedi. Yokluğuna dair kanıt bulmak zor, ancak 1945'ten 1950'ye kadar ABD Dışişleri Bakanlığı kayıtları, şimdiye kadar, ABD'li yetkililerin Türk meslektaşlarını Amerikan desteğini güvence altına almak için özgür veya adil seçimlerin gerekli olduğuna ikna etmeye çalıştığına dair herhangi bir örnek açıklamadı. Tam tersine, konunun gündeme geldiği birkaç olaydan birinde, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) yetkilileri tutumlarından son derece emin göründüler.

"Ümitcan Uygun'un serbest bırakılmasının ardında Soylu var"


Uzun bir aradan sonra sosyal medyadan paylaşım yapan Sedat Peker, "Aleyna Çakır'ın ölümünden sorumlu tutulan Ümitcan Uygun’un kurtulabilmesi için gerekli adli tıp raporu şahsın babası Süleyman Soylu’nun yakın arkadaşı olduğu için gerektiği şekilde hazırlandı" dedi



Suç örgütü olduğu gerekçesiyle hakkında yakalama kararı çıkartılan Sedat Peker, Twitter hesabından yeni açıklamalar yaptı.

Peker, Esra Hankulu'nu kasten öldürmekten tutuklanan Ümitcan Uygun'un, Aleyna Çakır'ın ölümüyle ilgili serbest bırakılmasının arkasında ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun olduğunu iddia etti. 

Peker, ayrıca 1 Kasım 2020'de vefat eden Burhan Kuzu'nun Zindaşti'yle hasım olan Orhan Ünğan'nın davasını geri çekmesi için kendisiyle iletişime geçtiğini ileri sürdü.

Sedat Peker, Burhan Kuzu'ya 'başka kadınlarla birlikte görüntüleri olduğu' gerekçesiyle şantaj yapıldığını iddia etti.

Uyuşturucu kaçakçısı ve cinayetten yargılanan Zindaşti'yi tahliye ettiren Kuzu'nun daha sonra Zindaşti'nin hasmı olan Orhan Ünğan adına çalıştığını belirten Peker, Kuzu'nun bazı isimlerin devlet bankalarından kredi alması için aracı olduğunu da söyledi. 

"Zandişti'ye vatandaşlık alacaktı"
Sedat Sedat Peker'in attığı mesajların bir kısmı şöyle:  

“Aliye Uzun isimli bayanı kamuoyundan şu şekilde hatırlayabilirsiniz, dünyanın en büyük uyuşturucu baronlarından biri olarak bilinen İran asıllı Zindaşti’yle Burhan Kuzu’yu tanıştıran kişidir. Bu üçünün aynı karede olduğu resim basına yansıyınca çok büyük spekülasyonlar olmuştu.

Bu resmin çekildiği buluşmada yapılan görüşmede Zindaştiye Türk vatandaşlığını alabilir miyiz? konuşuldu (Burhan Kuzunun devlet görevlileriyle bu konuyla ilgili yaptığı görüşmelerde bu şahsın tüm dünyada tanınan uyuşturucu baronu olması dolayısıyla mümkün olamayacağı söylendi)

Burhan Kuzu’yla Zindaşti’nin dostluğu bu şekilde başlayıp devam etti. Zindaşti’ye yönelik yapılan bir saldırıda Zindaşti’nin kızının vefat etmesi üzerine Burhan Kuzu Zindaşti’yi arayarak başsağlığı diledi ve de kendisine dostluklar yapmaya devam etti.

"Kuzu araya girdi, serbest kaldı"
Zindaşti kızının intikamını almak için Orhan Üngan’ın kardeşi İlhan Üngan’ı ve avukatı Kudbettin Kaya’yı öldürttü. Ve daha sonrasında Zindaşti polisin operasyonuyla yakalanıp gözaltına alınarak tutuklandı. Burhan Kuzu’nun devreye girmesiyle henüz davası bile açılmamışken bir gece nöbetçi mahkemenin kararıyla ani olarak serbest bırakıldı (Sırra kadem bastı ve bir daha bulunamadı).

Gazeteci Sayın Fatih Altaylı ve gazeteci Sayın İsmail Saymaz’ın yaptıkları ısrarlı haberlerin neticesinde tüm Türkiye bu olayın Burhan Kuzu’nun talimatıyla olduğunu öğrendi (Zindaşti’yi tahliye eden nöbetçi hakim bunu ifadelerinde açıkça söyledi).

Orhan Üngan, Burhan Kuzu’nun kendisi hakkında yaptığı çalışmalar neticesinde bu süre zarfında cezaevindeydi. Ancak cezaevinde boş durmayarak kendisinin tutuklanmasını Burhan Kuzu’nun sağladığı yönünde birçok bilgi, belge toplayarak yargılandığı mahkemeye sunup tahliye olmayı başardı ve bunun akabinde de Burhan Kuzu’ya Bakırköy Adliyesinde dava açtı.

"Burhan Hoca benimle irtibat kurdu"
 Bu gelişmeleri basının daha doğrusu Fatih Altaylı’yla İsmail Saymaz’ın devamlı haber yapması üzerine Burhan Hoca benimle irtibat kurdu. Ben bir arkadaşımla bir akrabamı arayarak Orhan Üngan isimli kişiyle irtibat kurmalarını ancak mümkün olduğunca benim adımı geçirmeyerek hem Burhan Kuzu’nun hayatına karşı bir düşmanlık beslememesi yönünde hem de Burhan Hoca’nın aleyhinde açtığı davaları geri çekmesi yönünde ricada bulunun dedim.

Orhan Üngan haksızlığa uğradığına inandığı için ilkin olumsuz yaklaşsa da sonra Burhan Kuzu’nun aleyhine Bakırköy Adliyesinde açmış olduğu davayı geri çekti. Ancak rahmetli Burhan Hoca bu sefer de Orhan Üngan’la dost olarak onun ricalarını yerine getirmeye başladı (Bu işler böyledir, bir kere suçun parçası oldun mu ve bunun gelirinin tadına vardın mı dışına çıkamazsın.)

"HTS kayıtlarına bakılsın"
Orhan Üngan’ın Bolu Adliyesinde var olan bir davasını kapatmak için Burhan Hoca Bolu Başsavcısıyla görüşmeye gitti. 2020 senesinin temmuz veya ağustos ayında bu görüşme gerçekleşti .

(Burhan Kuzu’nun HTS kayıtları çıkarıldığında söylediklerimin doğruluğu anlaşılacaktır, ya da Bolu Adliyesinin ziyaret defterine bakıldığında).

Ancak Burhan Kuzu kasım ayında vefat ettiği için bu dosyayı neticeye vardıramamış, dosyanın düşümünü sağlayamamıştır. Fakat dedim ya, bir kere suç dünyasına girdin mi bundan çıkış artık yoktur.

Orhan Üngan bu sefer de kardeşini öldüren katillerden biri ve Zindaşti’nin avukatına kırmızı bülten kararı çıkarmak için 2020 senesinin yine temmuz ağustos aylarında Burhan Kuzu’nun Interpol daire başkanıyla görüşmesini istemişti.

Burhan Hoca daha önce dostluk yaptığı Zindaşti’nin düşmanı olan Orhan Ungan’ın her istediğini yerine getirmeye başlamıştır. Interpol daire başkanının randevu defterine bakıldığında ve de Burhan Hoca’nın HTS kayıtları incelendiğinde dediklerimin doğruluğu kanıtlanacaktır.

"Soylu suçlara sessiz kaldı"
Şahsımı suçlamak için Habertürk’te tartışma programına katılan süslü sülü “Ben kudretli bir İçişleri Bakanıyım” diyordu (böylelikle kibire kapılıp en büyük günahlardan birini işledi).

İşin en komik yanı ise şu ana kadar anlattıklarım ve bundan sonra anlatacaklarımın tamamından haberdar olan doncu Süleymanın Ak Parti’de kabul görebilmek için Burhan Kuzu’nun desteğini alabilmek adına bu olaylara olur vermesiydi. Öyle ya, kendisi Tayyip Bey’den sonra Cumhurbaşkanı olacaktı.

Süslü Süleyman’ın deyimiyle kendimi halka sevdirdim, devlet bürokrasisine kendimi kabul ettirdim ancak bir türlü Ak Parti’ye kendimi kabul ettiremedim olgusunu değiştirmek için Burhan Kuzu’nun başrolünü oynadığı tüm bu suçlara ve anlatacağım diğer suçlara sessiz kaldı.

Kuzu'ya yapılan şantajlar
Burhan Hoca’nın çilesi ne yazık ki bu yaşadıklarıyla sınırlı olmayacaktı ve ne yazık ki çok daha kötü bir kaosun daha parçası oldu. Bir gün Abbas Güçlü’nün tartışma programına çıktığında orada bir genç ile tanışır.

Sosyal medyasının yönetilmesiyle ilgili bu kişiden yardım alır. Aralarındaki dostluk ilişkisi çoğalınca bu şahsı özel işlerinde de görevlendirir.

Ancak bu şahıs biraz cin fikirli birisi olduğu için Burhan Hoca’ya ‘Oda TV sizin bazı kadınlarla ilişkileriniz konusunda haber yapacak, bana şu kadar para verirseniz ben de onlara vererek bunu engelleyebilirim’ diyerek Burhan Hoca’dan para sızdırmaya başlar.

Burhan Hoca da başka bir gruba gidip bu şahsı Ankara’da evinin önünde biraz korkutarak para söğüşleme işinden kurtulur. Ancak o grubun arkadaşı olan başka bir grup devreye girerek, Hoca’yı da biraz korkutarak isteklerini sıralamaya başlar. Öncelikle bir yakınlarının Ziraat Bankası’nda bir kredi konusu olduğunu ancak bankanın bazı bahaneler sürerek krediyi vermediğini söyleyip Burhan Hoca’dan devreye girmesini isterler.

Burhan Hoca devreye girer (ses kaydı tweetin altında yer alacaktır). Banka müdürü bayan krediyi neden veremediklerini anlatsa da Burhan Hoca bölge müdürüne benim selamımı söyle, konuyu benim takip ettiğimi de bildir diyerek kredinin çıkması için uğraş verir.

"Baronların istekleri bitmez"
Kıymetli dostlarım, Cumhurbaşkanlığı külliyesinde görev yapan bütün başdanışmanlar, kurul üyeleri bir yeri aradıklarında hiçbir bürokrat isteklerini geri çeviremesin diye telefonları her nerede olurlarsa olsunlar Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığından bağlatırlar (yani Fahrettin Altun Bey’in başkanı olduğu birimden).

Bu konuya tweetlerin sonunda ayrıca değineceğim. Ziraat Bankası’yla yapılan bu görüşme de haziran ve temmuz aylarında gerçekleşir (sizler yani normal vatandaşlar yüz bin lira kredi almak için bankalara teminat gösterseniz bile alamazken devlet bankalarından 20 – 30 milyon lira tutarındaki krediler böyle çıkmaktadır. Ne kadar acı değil mi?)

Tabii ki suç baronlarının istekleri bitmez. Bu sefer Burhan Hocayı OYAK’ın başkanına arattırarak Denizli’deki OYAK’ın tesisleri içindeki bir sivil şahsa ait yeri daha yüksek fiyata OYAK’a satmak isterler.

Burhan Hoca OYAK’ın başkanını arar (bu para,OYAK’ın parası MEHMETÇİĞİN helal parasıdır). Bu görüşme de temmuz ağustos aylarında gerçekleşir. Bu görüşmenin yapılıp yapılmadığı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığından çok rahatça çıkarılabilir. Bunlar gibi delilleriyle, tarihleriyle size yüzlerce olay anlatabilirim.

Ancak en önemlisi olduğuna inandığım bir tanesini de anlatarak bu paylaşımımı tamamlamak istiyorum. Bu tweetin altında yayınlayacağım Burhan Hoca’nın yazışmalarından da anlayacağınız üzere milyoner bir adamın adli tıptan çıkarmak istediği bir rapor var.

"Kendilerini kurtaramayacaklar"
Yine yazışmada göreceğiniz üzere bu beyefendinin gerekli ödemeyi yapmaya hazır olduğu söyleniyor. Burhan Hoca konuyla ilgilenir ve raporun Burhan Hoca’dan istendiği gibi çıktığı da araştırıldığında görülüp öğrenilebilir. Bugüne kadar söylediğim her şeyin doğruluğu delilleriyle ispatlandı. Bu anlattıklarımın doğruluğu da yayınladığım Whatsapp yazışmaları ve ses kayıtlarıyla ortadadır.

 Bir gün bu konularla ilgili yargılamalar başladığında HTS kayıtları da çıkarılıp dosya sübuta erecektir, yani tamamlanacaktır. İşte o zaman bu suçlara karışan süslü sülüyü ve diğer görevlileri hiç kimse ama hiç kimse kurtaramayacaktır.

"Ağar'ı kurtarmak için ATK raporu hazırlandı"
Ak Parti milletvekili Tolga Ağar tarafından tecavüze uğrayıp intihar ettiği söylenen Yeldana Kaharman kardeşimizin olayında olduğu gibi, Aleyna Çakır kardeşimizin ölüm olayında olduğu gibi hiçbir suçlu ceza çekmeyecektir.

Çünkü bir kişinin yargılanıp ceza alması için asıl olan tek şey adli tıp raporudur. Adli tıp raporlarının gerektiği bedel ödenerek nasıl çıkarıldığını Burhan Hoca’nın Whatsapp yazışmalarından net olarak görebilirsiniz.

Tolga Ağar’ı kurtarmak için adli tıp raporu hemen hazırlanıyor, Aleyna Çakır kardeşimizin ölümünden sorumlu tutulan Ümit Can Uygun’un kurtulabilmesi için gerekli adli tıp raporu da şahsın babası Süleyman Soylu’nun yakın arkadaşı olduğu için gerektiği şekilde hemen hazırlanıyor.

Ancak unutulan bir şey var, Ümit Can Uygun dışarıda özgürce gezerken bu sefer başka bir kardeşimizin, Esra Hankulu’nun ölümüne sebep oldu. Gerçi bu paylaşımdan sonra adli tıptan artık istediği raporları çıkaramayacakları için kurtulabilmesi pek mümkün olmaz.

Ancak Süslü Süleyman kibir budalası olduğu için ve de gücün sahibinin kendisi olduğunu düşündüğü için belki bu şahsı gene kurtarır.

"Altun her şeyi bildiğini sanıyor"
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun Bey tüm yasadışı suçlara bulaşmış olan Süslü Süleyman’a destek tweeti atmanın haricinde başka bir işi daha çok iyi yapıyor. Gazetecileri ve de muhalif yayın organlarını, tabii ki sosyal medya kullanıcısı vatandaşlarımızı devamlı tehdit ediyor.

Fahrettin Altun Bey’e de şunu söylemek isterim, her şeyin iyisini bildiğinizi zannedip herkesi tehdit ediyorsunuz. Ancak Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığını telefonlarını bağlamak için kullanan birçok başdanışmanın ve kurul üyelerinin bu gücü şahsi menfaatleri için kullanıp gayrı yasal işlerini bu şekilde yaptırdıklarını nasıl anlayamıyorsunuz?

Eğer ki şu ana kadar anlayamadıysanız delilleriyle ispatlı olan bu paylaşımdan sonra artık öğrendiniz. İnsanları tehdit edeceğinize, Süslü Sülüye destek mesajları yazacağınıza, neredeyse ülkedeki tüm sistemi işlemez hale getiren, yozlaştıran bu soruna çözüm bulun. Ayrıca ülkemizin ormanları yanıyor." (RT)

Saturday 7 August 2021

Yeni rapor, ‏Erdoğan'ın trol ordusunun Türkiye'nin demokratik gerilemesindeki rolünü ayrıntılarıyla anlatıyor

 Yeni kurulan Washington DC'deki bir düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan bir rapor, Türkiye'de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) nasıl bir İnternet trolleri ordusu kurduğunu ve kullandığını, siyasi söylemlere hakim olmak ve susturulmuşların son kalesi olarak kabul edilen sosyal medyada kamuoyu gündemini belirlemek için nasıl kullandığını ortaya koydu. ülkedeki muhalif gruplar ve insan hakları savunucuları.

 Bir grup Türk akademisyen tarafından yazılan "Twitter Manzarasında Politik Astroturfing: Türkiye'nin Demokratik Gerilemesinde Trol Ordularının Rolü" başlıklı rapor, Twitter tarafından Haziran 2020'de "koordineli özgün olmayan faaliyetler yürüttüğü" gerekçesiyle askıya alınan 6.252 Türk devlet destekli hesabı analiz ediyor. , öncelikle Türkiye'deki yerli izleyicileri hedef aldı. ”

 Nicel ve nitel analizlerin bir kombinasyonunu kullanan çalışma, AKP'nin seçimler sırasında siyasi halı saha kampanyaları ve Gezi Parkı protestoları, Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları ve Temmuz ayındaki başarısız darbe gibi kritik ulusal olaylar yoluyla kamuoyu gündemini nasıl şekillendirmeye çalıştığını gösteriyor. 2016.

 Rapora göre, trol hesapların bu kampanyalarda kullandıkları en dikkat çekici yöntem “farklı siyasi kimlikler (veya kukla tipolojiler) kılığına girerek mesajlarını ve yanlış bilgileri Türk toplumunun çeşitli kesimlerine ve siyasi yelpazeye yaymak” oldu. Araştırma, kendi kimliklerine ve tweetlerin içeriğine göre hesapları dört kategoride gruplandırdı: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın destekçisi, Kemalist (Türkiye'nin kurucusu Kemal Atatürk'ün savunduğu siyasi, ekonomik ve sosyal ilkeleri destekleyenler), milliyetçi ve Kürt yanlısı.

 Türkiye Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Twitter'ın iddialarını yalanlayarak, "Twitter'ın kararını desteklemek için atıfta bulunduğu çeşitli belgeler... açıkça bilim dışı, tamamen taraflı ve siyasi amaçlıdır" dedi. Ayrıca Twitter'ı terörizmi desteklemekle suçlamış ve popüler sosyal medya platformuna erişimi engellemekle tehdit etmişti.

 Twitter'ın kararından bir ay sonra, 29 Temmuz 2020'de TBMM, günde 1 milyondan fazla bağlantıya sahip sosyal medya platformlarını, Türk makamlarının davalardan kaynaklanan sorunları çözebileceği Türkiye'de bir temsilci atamaya zorlayan bir sosyal medya düzenlemesini kabul etti. hakaret, korkutma ve özel hayatın gizliliğinin ihlali.

 Kanun ayrıca sosyal medya platformlarının “kişilik hakları ihlali” şikayetlerine veya içeriğin kaldırılmasına yönelik yargı kararlarına 48 saat içinde yanıt vermesini zorunlu kıldı. Mahkeme kararından sonra 24 saat içinde rahatsız edici içeriği kaldırmayan sosyal ağ sağlayıcısı, içeriğin uğradığı zararlardan sorumlu tutulur.

 Rapora göre, troller, AKP hükümeti lehine yanlış bilgi yaymanın yanı sıra, sosyal medya ekosisteminde trend olabilmeleri için takipçilerini önceden belirlenmiş konular hakkında tweet atmaya davet etti; muhalefet partilerini ve kilit şahsiyetleri, hükümet tarafından siyasi kanun kaçağı olarak ilan edilen belirli grupların (örneğin, Kürtler, Gülen hareketinin (Erdoğan hükümeti tarafından karalanan inanç temelli bir grup) destekçileri), azınlıkların müttefikleri ve özür dileyen savunucuları olarak tasvir etti; bazı siyasi yetkililerin kabahatlerine (örneğin, yolsuzluk, rüşvet, insan hakları ihlalleri) yönelik başlatılan birkaç yasal soruşturmayı itibarsızlaştırmaya çalıştı; ve muhalefet gruplarının bazı üyelerine karşı şiddeti, zulmü ve adaletsizliği kışkırttı ve haklı çıkardı.

 Çalışma, ekonomik sıkıntılar nedeniyle AKP'nin halk desteğinin azaldığı ve sosyal medyanın önemli bir savaş alanı olmaya devam ettiği sonucuna varıyor: “hükümetin ve hoşnutsuzluklarının, her biri kendi yasal haklarına sahip insanların kulakları, kalpleri ve zihinleri için yarışacağı bir yer. veya tartışmalı - ellerindeki araçlar.”

 Rapor, Orion Politika Enstitüsü (OPI) tarafından yayınlanan ilk büyük çalışmadır. OPI yönetim kurulu üyesi ve raporun ortak yazarlarından biri olan Dr. Süleyman Özeren, Ahval haber sitesi Nervana Mahmoud ile yaptığı röportajda, enstitünün “küresel güvenlik, insan hakları, ve demokrasi ve yüksek kaliteli araştırmalara dayalı politika önerileri oluşturmak.” Özeren'e göre OPI, gönüllü katkılarla çalışan bağımsız, kar amacı gütmeyen bir kuruluştur.

THK uçakları eski deniyordu… ‏İsrail’den kiralanan uçaklar daha eski çıktı


Hükümet hangarda bekletilen THK'nın yangın söndürme uçakları için "eski" ve "su kapasitesi düşük" derken, İsrail'den kiralanan uçakların daha eski ve daha düşük su kapasiteli olduğu ortaya çıktı.

Türkiye tarihinin en büyük orman yangınlarıyla mücadele ederken, Türk Hava Kurumu (THK) uçaklarının hangarda bekletilmesi tartışmaları ve tepkileri de beraberinde getirdi.

THK Kayyum Heyeti Başkanı Cenap Aşçı, Ankara Etimesgut’taki Türkkuşu Yerleşkesi’ndeki hangarlarda bekletilen uçaklara ilişkin, “6 uçağın ayağa kalkması için gereken para 4 milyon dolar” açıklamasıyla bakım eksikliğine işaret ederken, hükümet cephesinden gerekçe olarak “THK uçaklarının eski ve su kapasitelerinin düşük olduğu” öne sürülüyor.

Uzmanlar uçaklar için önemli olan yaş değil bakım olduğunu ve su kapasitelerinin de sorun olmadığını vurgulasalar da hükümet cephesi bu gerekçeleri dillendirmeye devam ediyor.


İspanya'dan yangın söndürme çalışmalarına destek için gelen uçağın, THK uçaklarıyla aynı model olması dikkat çekerken, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, THK uçağının 1969 model, İspanya'dan gelen uçağın ise 1993 model olduğunu belirterek hükümeti savunmuştu.

İsrail’den kiralanan uçaklar ise hükümet cephesinden THK uçakları için öne sürülen “eski” ve “su kapasiteleri düşük” argümanlarının aksine işaret ediyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, dün yaptığı açıklamada “Bir şirketimizin, İsrail'deki bir şirketten kiraladığı 2 uçak da yarın ülkemize gelecek” demişti.

Türkiye'deki İsrail Büyükelçiliği, bugün Twitter'dan yaptığı açıklamada, “Türkiye’den ODAŞ Enerji'nin sahibi Burak Altay ve İsrail’den Arad Holding'in sahibi Nimrod Arad'ın ortak girişimi ile İsrailli Chimnir firmasından kiralanan üç yangın söndürme uçağı, 7 mürettebatıyla birlikte İsrail'den yola çıktı” dedi.

BİRİ 1960, DİĞERİ 1970 MODEL
İsrail'den kiralanan üç uçağın tescilleri 4X-ANR, 4X-AUY ve 4X-AVM. Modelleri ise Thrush S2R-T34, SR2-T45 Turbo Thrush ve Piper PA-32-300 Cherokee Six C.

Trush şirketi tarafından üretilen ilk iki uçak, ziraii amaçlı üretilmiş uçaklar. İlaç yerine su ve yangın geciktirici (fire reterdant) sıkabiliyor.

Thrush S2R-T34 uçağının üretim yılı 2013. Üç uçaktan en yeni durumda olanı da bu.

SR2-T45 Turbo Thrush uçağının üretim yılı ise 1960. Yani eski denilen THK uçaklarından daha eski.
Piper PA-32-300 Cherokee Six C uçağının üretim yılı ise 1970.



Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Yörük Işık, uçaklar için “eski” sıfatının kullanılmasının saçma olduğunu, önemli olanın bakımlarının yapılması olduğunu, THK uçaklarıyla aynı model ve yaşta uçakların tüm dünyada kullanıldığını belirtti.

İsrail'den gelen uçakların da 1960 ve 1970 model olduğuna ancak bunun bir öneminin olmadığını işaret eden Işık, THK uçakları gibi İsrail'den gelen uçakların da yangın söndürme konusunda oldukça iyi olduğunu, dar alanda iyi pilotajla hedefe ulaşabildiklerini, noktasal müdahale yapabildiklerini, THK'nın elindeki Canadair uçaklar gibi bunların da ekonomik olarak işletmesi hesaplı uçaklar olduğunu söyledi.

Bu uçakların su kapasitesinin de modifikasyona göre 1250-1500 litre aralığında olduğunu belirten Işık, 4900 litre kapasiteli THK uçakları için öne sürülen ‘su kapasitesi az' gerekçesinin de doğru olmadığını vurguladı.

Thursday 5 August 2021

Son dakika haberi Ümitcan Uygun, ‏bu kez de Esra'nın ölümüyle ilgili gözaltında


Ankara'da, Aleyna Çakır olarak bilinen Sema Esen'in ölümüyle ilgili hakkında soruşturma yürütülen Ümitcan Uygun, önceki gece evinde ölü bulunan Esra Hankulu'nun ölümüyle ilgili gözaltına alındı. Uygun'un, Hankulu'nun ölümünden önceki gece, genç kadının evinde olduğu iddia edildi



Kamuoyunda Aleyna Çakır olarak bilinen Sema Esen'in (21), geçen yıl 3 Haziran'da Keçiören'deki evinde ölü bulunmasıyla ilgili soruşturmada, sevgilisi olduğu belirtilen Ümitcan Uygun gözaltına alınıp, serbest bırakıldı.



Sema Esen'e şiddet uyguladığı anlara ait görüntülerin sosyal medyada yer alması ardından ifadesi alınıp serbest bırakılan Ümitcan Uygun, iki kadınla birlikte uyuşturucu madde kullandığına ilişkin görüntüler de daha sonra sosyal medyada yer aldı.


Ümitcan Uygun, bunun üzerine 10 Ocak'ta gözaltına alındı. Emniyetteki işlemlerin ardından adliyeye sevk edilen Uygun, 'uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanmak ve kullanılmasını alenen özendirmek' suçundan tutuklandı.



Ölümünden önce Sema Esen´e uyguladı şiddet anı görüntülerine ilişkin hakkında açılan dava süren Ümitcan Uygun, tutuklu bulunduğu uyuşturucu dosyasında avukatının itirazı üzerine 17 Temmuz'da tahliye edildi.

AYNI SUÇLAMAYLA GÖZALTINA ALINDI
Ankara polisi, önceki gece Mamak ilçesi Akdere Mahallesi'nde ihbar üzerine girdiği evde bir kadın cesediyle karşılaştı. İnceleme sonucunda ölen kişinin Esra Hankulu (25) olduğu belirlendi. Soruşturmayı derinleştiren polis, tanık ifadelerinden Hankulu'nun en son Ümitcan Uygun ile görüştüğünü belirledi. Emniyet kaynaklarından alınan bilgiye göre, Hankulu'nun ölümünün ilk belirlemelere göre uyuşturucu kullanımından kaynaklandığı tespit edildi. Ancak ölümü şüpheli görülen Hankulu'nun aynı gece arkadaşlarını arayarak psikolojisinin iyi olmadığını ve babasının mezarına gitmek istediğini söylediği belirtildi.




Arkadaşlarının o gece Hankulu'nun yanına giderek geceyi birlikte geçirdikleri öğrenildi. Poliste ifade veren arkadaşlarının, aynı gece Ümitcan Uygun'un da evde bulunduğunu, Uygun'u sabah kendileri uyanmadan Hankulu'nun odasından ayrıldığını iddia ettiler. Ayrıca Hankulu'nun yanında cep telefonu bulunamadığı öğrenildi. Olaydan sonra gözaltına alınan Ümitcan Uygun'un emniyetteki işlemlerinin devam ettiği öğrenildi.

BAŞSAVCILIK'TAN AÇIKLAMA: GÖZALTI SÜRESİ 1 GÜN UZATILDI
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamada, "Esra Hankulu'nun ölümü olayının bildirilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığımızca derhal soruşturma başlatıldı. Olay günü evde bulunan F.G., D.C. ve Ü.U. isimli şahıslar gözaltına alındı. Soruşturmanın bulunduğu aşama, şüpheli sayısı dikkate alınarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca şüpheliler F.G., D.C. ve Ü.U.'un gözaltı süresinin bir gün süreyle uzatılmasına karar vermiştir. Olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen soruşturma etraflıca ve titizlikle sürdürülmektedir" denildi.


Ankara, ‏ABD'nin Afganları yerleştirme programındaki rolünden rahatsız


Washington Pazartesi günü Afgan mültecilerin Türkiye de dahil olmak üzere üçüncü ülkeler aracılığıyla ABD'ye sığınma talebinde bulunmaları için bir program açıkladı ve bu hareketin yeni bir göç krizini körükleyebileceğinden korkan Ankaralı yetkililerin eleştirilerini artırdı.

 Ankaralı yetkililer, ABD'nin Afgan mültecileri Türkiye de dahil olmak üzere üçüncü ülkeler aracılığıyla yerleştirme programını kınıyor ve hareketin bölgede yeni bir göç krizini tetikleyebileceğini ve şu anda 4 milyondan fazla yerinden edilmiş insana ev sahipliği yapan ülkeye aşırı yük bindirebileceğini söylüyor.

 Pazartesi günü, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Amerikan birlikleri 20 yıllık savaşın ardından Afganistan'dan çekilmelerini tamamlarken, Taliban tarafından ABD örgütleriyle ilişkileri nedeniyle hedef alınabilecek binlerce Afgan için bir yer değiştirme planını açıkladı.

 ABD'li müteahhitler, sivil toplum kuruluşları veya medya kuruluşları için çalışan ve ABD özel göçmen vizesi almaya uygun olmayan Afganlara yönelik program, başvuru sahiplerinin Afganistan'ı terk etmelerini ve davalarının 12 ila 14 ay arasında sonuçlanacağı üçüncü bir ülkede beklemelerini gerektiriyor. . Başvuru sahipleri için üçüncü ülke olarak hizmet etmesi en muhtemel ülkeler, Afganların masrafları kendilerine ait olmak üzere transit geçiş yapması gereken İran üzerinden Pakistan ve Türkiye'dir.

 -Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Salı günü yaptığı açıklamada, planın duyurulmasından önce Ankara yetkililerine danışılmadığını iddia ederek kararı "sorumsuz bir karar" olarak kınadı.

 Bilgiç, "Bu açıklama bölgemizde büyük bir mülteci krizine neden olacak ve Afganların göç yollarındaki sefaletini artıracaktır" dedi. Türkiye'nin başka bir ülke için yeni bir mülteci krizini kaldıracak kapasitesi yok.

 Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da Çarşamba günü Bloomberg'e verdiği röportajda, "Türkiye hiçbir ülkenin bekleme odası olarak hizmet etmez ve etmeyecektir" diyerek tedbiri kınadı.

 Haber, devlet kaynaklarını zorladığını ve düşük vasıflı göçmenleri aldıklarını iddia ettikleri 3,7'den fazla Suriyeli mültecinin uzun vadeli varlığı konusunda artan kamuoyu hoşnutsuzluğunu kanalize eden bazı siyasi liderlerin teşvikiyle Türkiye'de göçmen karşıtı söylemin bir kez daha yükselmesiyle geliyor. Türk vatandaşlarından uzak işler.

 Son haftalarda, 500 ila 2.000 Afgan'ın Türkiye'nin İran ile doğu sınırına girdiği ve bu durumun, ABD'nin geri çekilmesinin ortasında Taliban'ın daha fazla toprak talep ettiği Afganistan'dan yeni bir göç dalgasını önlemesi için Türk hükümeti üzerindeki baskıyı artırdığı bildirildi. Türkiye İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre, bu yıl şimdiye kadar 30.500'den fazla Afgan uyruklu Türkiye'ye giriş yaptı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu tür eğilimlere yanıt olarak Çarşamba günü, Türkiye'nin İran sınırındaki hareketleri izlemek için yeni duvarlar ve gözetleme insansız hava araçlarıyla sınır güvenliğini artırma planlarını açıkladı.

 Daha önce BM'nin mülteci örgütü UNHCR'de sığınma memuru olarak çalışan Van merkezli avukat Mahmut Kacan, ABD'nin tehcir programının etkisini değerlendirmek için henüz çok erken olduğunu, ancak yerel haberlerin 10.000-20.000 Afgan'ın olabileceğini öngördüğünü söyledi. plan için uygun ve önümüzdeki aylarda Afganistan'dan ayrılabilir. ABD'li yetkililer, program için kaç Afgan'ın uygun olabileceği konusunda henüz bir rakam vermedi.

 Potansiyel yeni gelenler arasında eski tercümanlar ve ABD kuruluşları ve aileleri için çalışanlar yer alacak. Kacan, bu tür grupların İran sınırındaki Van vilayetine ulaştığını henüz görmediğini, ancak bölgeye gelen Afganların İran güvenlik güçlerinin Türkiye'ye giden göçmenlerin ülkeden geçişine izin verdiğini söyledi.

 Al-Monitor'a konuşan Kacan, "Van'da Türkiye'ye [Amerika Birleşik Devletleri'ne] sığınmak için gelenleri gözlemlemedik ama Eylül, belki Ekim'de bu grupların gelmesini bekleyebiliriz" dedi.

 Kaçan, Türkiye'ye ulaşmak için kaçakçılara para ödemek zorunda kalacak sığınmacıları tehlikeye attığını ve yol boyunca bir dizi insan hakları ihlaliyle karşı karşıya kalabileceğini söyledi. Dışişleri Bakanlığı'nın Pazartesi günü yapılacak duyurudan önce plan hakkında bilgilendirilmemesinin muhtemel olmadığını da söyledi.

Wednesday 4 August 2021

Yangın Kemerköy Termik Santrali'ne dayandı


Türkiye'de yedi gün önce başlayan orman yangınlarının çoğu söndürüldü ancak Marmaris, Bodrum, Milas, Çökertme, Türkevleri, Gökbel, Muğla-Seydikemer, Köyceğiz, Akpınar, Denizli-Tavas bölgelerinde devam ediyor. Milas'ta yangın, Kemerköy Termik Santrali'ni tehdit etmeye başladı.


Muğla'nın Milas'ta çıkan orman yangını Kemerköy Termik Santrali'ne kadar ulaştı. Yangınla mücadele yoğun bir şekilde devam ediyor.

Milas'ta Türkevleri ve Ören mahallelerinde etkili olan yangın, şiddetli rüzgarla sitelere ulaştı. Yangını kontrol altına alabilmek için ekipler yoğun mücadele veriyor.

Evlerinden değerli eşyalarını alarak terk ettiler
Site sakinleri, alevlerin evlerine kadar ulaşması nedeniyle, evlerinin önünü ıslatıp eşyalarını alarak ayrıldı. Bölgede bulunan bazı işletmeler de ekiplerin ve bölgedeki vatandaşların destekleriyle yanmaktan son anda kurtarıldı.

Alevler termik santrale kadar dayandı
Rüzgarın etkisiyle hızla ilerleyen ve Kemerköy Termik Santrali'ne kadar yaklaşan yangın, kontrol altına alınmaya çalışılıyor.

Termik santralde daha önce yangın tehlikesine karşı üst düzey tedbirler alınmıştı.

Santralin etrafına yangını durdurmak ve santrale ulaşmasını önlemek için hendekler kazıldı. Santralde patlama riski olan tankların boşaltıldığı, santral yetkililerinin patlama riskinin de bulunmadığını söylediği gelen bilgiler arasında.

Öte yandan Emniyet Genel Müdürlüğünün, Bodrum ilçesinde görevlendirdiği TOMA sayısının da 10'a yükseltildiği bildirildi.

Bodrum'da 4 bölgede yangın
Bodrum'da Yukarı ve Aşağı Mazı mahalleleri ile Armutçuk ve Kissebükü mevkisindeki orman yangını sürüyor.

Milas'ın Beyciler Mahallesi'nde 3 gün önce başlayan orman yangını Ören Türkevleri, Çökertme, Bozolan, Fesleğen, Gökbel ve Türkevleri ile Bodrum'un Aşağı Mazı, Yukarı Mazı mahallelerinde etkili oldu.

Söndürme çalışmalarına havadan uçak ve helikopterler, karadan da çok sayıda arazöz, itfaiye, orman işçileri, bazı dernekler, gönüllüler ve vatandaşlar katıldı.

Rüzgar yangında alevlerin hızla yayılmasına sebep oldu. Alevlere arazöz ve itfaiye ile birlikte Emniyet'e ait TOMA'larla da müdahale edildi.

Mehmetçik canla başla yangınla savaşıyor
Milli Savunma Bakanlığı, Milas Hava Meydan Komutanlığında görevli askerlerin, Milas'taki orman yangınını söndürme çalışmalarına destek verdiğini bildirdi.

Bakanlığın Twitter hesabından yapılan açıklamada, "Milas'taki Hava Meydan Komutanlığında görevli Mehmetçik, arazöz ve iş makineleri ile bölgede devam eden yangın söndürme çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Mehmetçiğe ve devletimizin kurum/kuruluşlarına destek olan vatandaşlarımıza teşekkür ediyoruz." ifadeleri kullanıldı.

Muğla'da 4 yerleşim yeri tahliye edildi
Muğla'nın ilçelerinde dört yerleşim yeri tahliye edildi. Seydikemer ilçesi Çökek Mahallesi'ndeki yangına müdahale sürüyor. Yangının yerleşim alanlarına yaklaşması nedeniyle Çökek ile Dereköy mahallelerini tedbir amaçlı boşaltılması için vatandaşlar uyarıldı.

Mahalle sakinleri kendi araçları, kamyonlar ve belediyeler tarafından tahsis edilen araçlarla, daha güvenli bölgeye nakledildi.

Köyceğiz ilçesi Ağla Mahallesi'ndeki ormanlık alanda başlayan yangın ise Çayhisar Mahallesi ile Zeytinalanı Mahallesi Taşdibi mevkisindeki yerleşim yerlerine yaklaştı.

İspanya'dan gelen 2 uçak yangınlara müdahale ediyor
İspanya'dan gelen iki yangın söndürme uçağı, Muğla'daki orman yangınlarına müdahale etti

Tuesday 3 August 2021

Kılıçdaroğlu: ‏Bu rezalete son vermek zorundayız

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu orman yangınlarıyla ilgili olarak "İktidar acziyet içindedir. Bu rezalete hep birlikte son vermek zorundayız" dedi.


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, orman yangınlarıyla ilgili olarak partisinin genel merkez binasında basın toplantısı düzenledi. "Yanan alanlarda ranta açılacak, gasp edilecek, bir avuç toprağı bile yanlarına bırakmam, ellerinden alacağım" diyen Kılıçdaroğlu'nun konuşması özetle şöyle: 

ÖNLEYEMEZ: Bir cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleme konusunda bir master planı hazırlamaktan acizse, o cumhurbaşkanı orman yangınlarını engelleyemez. Bir cumhurbaşkanı orman yangınlarının beşer yıllık zaman dilimleri içerisinde sürekli arttığını göremiyor, görüyor da kavrayıp, önlem almıyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı küresel ısınma ile birlikte orman yangınlarının artacağını bilmiyorsa, dünyada ve Türkiye'de ilgili uzmanların yazılı uyarılarını dahi okumuyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı orman yangınlarıyla mücadeleyi yandaşı için yıllık ihalelerle yapıyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı orman yangınlarınla kullanılacak uçak ve helikopterlerin dengeli olması gerektiğini bilmiyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez.

YAŞADIMIĞIZ TRAJEDİ BUDUR: Bir cumhurbaşkanı yangında kullanılacak filonun belli bölgelerde bulunması ve yangına süratle müdahale edilmesi gerektiğini bilmiyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı yanan orman alanlarının tekrar kazanılması için görevi Orman Bakanlığı'na değil de, Turizm Bakanlığı'na veriyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı yanan orman alanlarının yerine otel yapımına ses çıkarmıyor, otel yapılmasını sağlıyorsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı orman yangınlarına karşı mücadele edecek personeli eğitmek için kullanılan İzmir Buca’daki eğitim merkezini kapatmışsa o cumhurbaşkanı orman yangınlarını önleyemez. Bir cumhurbaşkanı cumhuriyetin göz bebeği olan THK’yı işlevsiz hale getirip adeta cumhuriyetten intikam olmaya kalkıyorsa cumhuriyetin ormanlarını koruyamaz. Yaşadığımız trajedi tam da budur. Türkiye yönetilemiyor. Saray iktidarı devletimizi aciz duruma düşürmüştür.

İKLİM KRİZLERİNE HAZIRLANMAK LAZIM: Ülkemizi derhal yeni iklim krizlerine hazırlamaya başlamamız lazım. Ülkemiz iklim ve su krizinin tam ortasındadır. Aslında Türkiye uyarıları 15 yıldır almaktadır. Saray iktidarı bu uyarıları duymamaktadır. Artık halka gerçekleri söylemenin zamanıdır. Bunu bu trolleşmiş iktidardan beklemek de abesle iştigal olacağı için bunu biz CHP ve Millet İttifakı olarak yapmaya başlayacağız.

ERDOĞAN KREDİ PAZARLAYICISI GİBİ: Her yerde bizi nelerin beklediğini, nasıl hazırlık yapmamız gerektiğini konuşacağız. Bu süreçte kayıpların raporlanması lazım. Bu yapılırken Erdoğan’ın halkımıza adeta bir kredi pazarlayıcısı gibi yaklaştığı şekilde değil doğru dürüst kayıpların raporlanması lazım. Yangından kim ne zarar gördüyse kayıt altınla alınmalıdır. Belediye başkanlarımız ve çalışma arkadaşları bu konuda tüm duyarlılığı göstermelidir. Her orman için güncel ve doğru yangın planının yapılmasını sağlamalıyız. Bu iktidarın işi demeyeceğiz, biz yapacağız. Ormanlarımız kendisini yenileyecektir. Duygusal olarak fidan dikilsin diyorsunuz, anlıyorum bunu ama bilim insanlarını dinlemeye başlamanın tam zamanıdır. Bilim insanlarımızdan destek isteyeceğiz, bunun için de bilim çalıştayı gerçekleştireceğiz.

BU REZALETE SON VERECEĞİZ: Beklenmeyeni beklemek devletin sorumluluğudur. Ancak iktidar acziyet içindedir. THK’nın yenilenmesi için belediyelerimizi, halkımızı ve iş insanlarımızı göreve çağırıyorum. Bu rezalete hep birlikte son vermek zorundayız. İktidardan da artık bir şey beklemeyeceğiz. Onları bir manipülasyon maşası olarak trolleriyle baş başa bırakacağız. Biz milletimizle, saray iktidarının unuttuğu orman köylülerimizle el ele vererek gerçeklere odaklanacağız.

HALKIN RUH SAĞLIĞINI DÜŞÜNMEK LAZIM: Yaşadığımız felaket zaten saray iktidarının elinde hırpalanmış olan ruh sağlığımızı maalesef daha da etkiledi. Bu kadar ruhu yaralı bir halk, yardım istendiğinde, yardım çağrısında bulunduğunda onları anlamak yerine önüne geleni terörist, işbirlikçi diye yaftalamak ancak aciz yönetimlerin başvuracağı bir taktiktir. Halkımızın ruh sağlığını da düşünmek zorundayız. Yangında zarar görmüş alanlara ne turizm bakanının ne sarayın, ne de onların avarelerinin bir tek tuğla dahi koymalarına izin vermeyeceğiz. Yanan alanlarda ranta açılacak, gasp edilecek, bir avuç toprağı bile yanlarına bırakmam, ellerinden alacağım. Emin olun hızla yaralarımızı saracağız, ve hiç kimseyi ardımızda bırakmayacağız. Sesimi duyan yok mu dedirtmeyeceğiz milletimize. El ele verip ormanı daha yeşil, gökyüzünü daha mavi, denizleri daha berrak yapacağız. Kendimizi de güzel ülkemizi de iyileştireceğiz

12 ‏saatte ‎131 ‏deprem meydana gelen Ege Denizi'nde ‎3 ‏deprem daha oldu


Son 12 saatte en büyüğü 5,5 en küçüğü 0,8 olan 131 deprem meydana gelen Ege Denizi'nin Muğla'nın Datça ilçesi açıklarında 3 deprem daha meydana geldi.
‌ 
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Deprem Dairesi'nden edinilen bilgilere göre saat Ege Denizi'nde saat 20.44 sularında 4.0 büyüklüğünde deprem meydana geldi.

Depremlerin merkez üssünün Mugla'nın Datça ilçesinin açıkları olduğu ifade edildi.

12 SAATTE 131 KEZ SALLANDI
Ege Denizi'nin Muğla'nın Datça ilçesi açıklarında son 12 saatte en büyüğü 5,5 olan 131 deprem yaşandı.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Deprem Dairesi'nden edinilen bilgilere göre saat 20.44 sularında Ege Denizi'nde 4.0 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Depremin merkez üssünün Mugla Datça'ya 26.2 kilometre uzaklıkta olduğu ve yerin 12.8 kilometre altında gerçekleştiği belirlendi

AFAD, Ege Denizi Datça açıklarında yaşanan depremlere ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada, "Datça açıklarında son 12 saatte en büyüğü 5,5 en küçüğü 0,8 olan 131 deprem meydana gelmiştir. Ülkemiz ve yakın çevresindeki deprem aktivitesi Başkanlığımız tarafından 7/24 takip edilmektedir." ifadesi kullanıldı.

İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı, Twitter'dan Datça'daki 5,5 büyüklüğündeki depremle ilgili yaptığı açıklamada, "An itibariyle olumsuz bir ihbarın olmadığı bilgisi alınmıştır. Tarama çalışmaları devam etmektedir." ifadelerini kullandı.

Türkiye Borsası'nda 24 yıl sonra ilk kez deprem nedeniyle işlemler durduruldu.

Türkiye Menkul Kıymetler Borsası, deprem nedeniyle yaşanan yoğun satışların ardından bugün 24 yıl sonra ilk kez hisse senedi alı...